11 Şubat 2012 Cumartesi

Kedilerden Öğrendiğim 18 Hayat Dersi...

1-Yaşadığın anın keyfini çıkaracaksın
2-Oyun fırsatlarını kaçırmayacasın
3-Doyduğun kadar yiyeceksin
4-Birisi sana iyilik yaptı diye sahibin olamayacak
5-Yine de kıymet bileceksin
6-Tehlikeli bulduğun şeye yaklaşmayacaksın
7-Meraklı olacaksın ama tedbiri elden bırakmayacaksın
8-Temizliğine ve bakımına özen göstereceksin
9-Sık sık gerineceksin
10-İstediğini elde edene kadar ısrar edeceksin
11-Özgürlüğünü kimseye kaptırmayacaksın
12-Kafana koyduğunu yapacaksın
13-Kendi isteklerini küçümsemeyeceksin
14-Güzel bir masaja asla hayır demeyeceksin
15-Numara yapmayacaksın, neysen o
16-Yaşadığın yeri sahipleneceksin
17-Her zaman dingin ve huzurlu bir anı yakalamaya çalışacaksın
veee en önemlisi
Kendini beğeneceksin....

Hesap Kitap...

Sevmek hesap kitap işi değil diyorlar


Oysa ben


Seninle her anımı değerlendirmek için


Dakikaları sayıyorum


Sana bölüyorum....

Küçük Prens ve Tilki

 En sevdiğim kitaplardan biri Küçük Prens. Zaman zaman açıp okuduğum ve her zaman keyif aldığım bu kitabın bence en güzel bölümlerinden biri Küçük Prensin, Tilki ile olan konuşması. Bir kitap nasıl hem bu kadar basit görünüp hem de bu kadar derin manalar barındırabilir :) ?
Okumayanlar için kitabın en güzel bölümü hemen aşağıda ;
......................

İşte o sırada bir tilki çıkıverdi
“Günaydın” dedi tilki.
“Günaydın” dedi küçük prens kibarca. Ama etrafına baktığında kimseyi göremedi.
“Buradayım! Elma ağacının altında.”
“Sen kimsin? Çok güzel görünüyorsun.”
“Ben bir tilkiyim.”
“Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki” dedi küçük prens.
“Seninle oynayamam” dedi tilki, “ ben evcil bir hayvan değilim.”
“Buna çok üzüldüm” dedi küçük prens. Ama biraz düşündükten sonra: ”Evcil ne demek?” diye sordu.
“Anladığım kadarıyla burada yaşamıyorsun” dedi tilki, “kimi arıyorsun?”
“İnsanları arıyorum,” dedi küçük prens, “ peki ama ‘evcil’ ne demek?”
“İnsanlar,” dedi tilki, “tüfeklerle dolaşırlar ve avlanırlar. Tam bir baş belasıdırlar. Bir de tavuk yetiştirirler. Tüm işleri bundan ibarettir. Sen de mi tavuk arıyorsun?”
“Hayır, ben arkadaş arıyorum. Ama ‘evcil’ ne demek?”
“Bu pek sık unutulan bir şeydir. ‘Bağ kurmak’ anlamına gelir.”
“Bağ kurmak mı?”


“Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.”
“Anlamaya başlıyorum” dedi küçük prens. “Bir çiçek var. Sanırım o beni evcilleştirdi.”
“Olabilir. Dünyada her şey mümkündür.” dedi tilki.
“Ama bu çiçek dünyada değil.”
Tilki şaşırmıştı. “Başka bir gezegende mi?”
“Evet.”
“Peki orada avcılar da var mı?”
“Hayır, yok.”
“Bu çok ilginç. Peki ya tavuklar?”
“Hayır. Tavuklar da yok.”
“Eh, hiçbir yer mükemmel değildir” dedi tilki içini çekerek. Sonra kendini anlatmaya başladı:
“Yaşamım çok monotondur. Ben tavukları avlarım, avcılar da beni.

Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Ne yapmam gerekiyor peki?” diye sordu küçük prens.
“Çok sabırlı olman gerekiyor. Önce çimenlerin üstüne, biraz uzağıma oturmalısın. Ben gözümün ucuyla seni izleyeceğim, sen hiçbir şey söylemeyeceksin. Sözcükler yanlış anlamalara neden olurlar. Ama her gün, biraz daha yakına gelebilirsin.”
Ertesi gün küçük prens yine geldi.
“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim.


Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.
“Gelenek nedir?”
“Bu da çok sık unutulan bir şeydir” dedi tilki. “Bir günü diğer günlerden, bir saati diğer saatlerden ayıran şeydir. Örneğin, şu benim avcıların da gelenekleri vardır. Perşembeleri kızlarla dansa giderler. Bu yüzden de Perşembe benim için harika bir gündür. Üzüm bağlarına kadar yürüyebilirim. Ama avcılar dansa herhangi bir gün gitseydi, benim için hiçbir günün özelliği olmayacaktı ve asla tatil yapamayacaktım.”


Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim.
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.”
Küçük prens güllere bir kez daha bakmaya gitti.
“Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz. Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”
Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü.
“Elveda” dedi.
“Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.”
“Temel olan şeyi gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak istiyordu.
“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens.
“İnsanlar bu en önemli gerçeği unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun.
“Gülüme karşı sorumluyum” diye tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti.

10 Şubat 2012 Cuma

Kırılma Noktaları

Bazen yaşamın ince çitasına Tanrı'nın kesikler attığını hayal ederim. İşte oralar kırılma noktalarıdır. Çok kurcalarsan ve ya üstüne düşersen çıt diye kırılıp, senin yolunu geriye dönüşü olmayacak şekilde değiştirir. Üstünde durduğun uç bir başka uca bağlanır ve hayatında farklı bir sahneye geçersin. Bazen diğer oyuncular tamamen değişir. Bazen bir kısmı kalır ama artık sen başka bir rol oynamaya başlamışsındır. Oynanan oyun artık farklıdır.
Kırılma noktaları çoğu zaman kendini çok belli eder. Tabi ki biz görebilirsek. Bazen o ince çizgi de yürürken ayağımıza bir engel takılır ve tökezleriz. Ne olduğuna bakmadan sadece söylenip  geçip gittiğimiz çok olmuştur.  Belki de o nokta Tanrı'nın kesikler atarak incelttiği noktalardan biridir. Yaşamında ki o tökezlemede geriye bakıp biraz olsun incelesen , hayatını değiştirecek kırılma noktasını göreceksin. Artık onu kırmak ve yolunu başka yöne çevirmek sana kalmıştır. Fakat önemli olan, orada senin için tasarlanmış o noktayı fark edebilmek. Kırılma noktaları bizim hayatımızdaki  fırsatlardır. İlla  her zaman iyi olaylar olması gerekmez.Bazen korkunç görünen hadiseler senin zayıf tarafını güçlendirmek için gelir seni bulur.Ya bu fırsatı değerlendirirsin, ya da yine söylenerek yoluna devam edersin.
Hiç düşündünüz mü şimdiye kadar kaç defa kaçırdınız bu dönüm noktalarını? Kaç defa hayatınızda kırılmalar oldu, sahneler ve oyuncular değişti ama siz farkında olmadınız.Kafanızda hayalet düşünceler gözlerinizi kör ederken siz öylece yürüdünüz.
Koşarak yaşarken hayatı hem nefes nefese kalıyor hem de etraftaki ayrıntıları atlıyoruz. Günümüzde "yavaşlık" bir ayıp. Herşey hızlı olmalı! Hiç bir şey yarına bırakılmamalı! "Beklemek" ve "Dinlenmek" gereksiz iki kelime artık sadece. Oysa hayat üzerinden koşarak ayaklar altına alınacak kadar değersiz değil. Nefes almalı ve tadını çıkararak yaşamalı. Güzel bir müziğin tüm notalarını hisseder gibi...Bir filmin en can alıcı sahnesini hiç bitmesin diyerek, her saniyesinin değerini bilerek izler gibi......

Herkes eşsiz olmak ister...

Herkes eşsiz olmak ister. Birbirine benzemeyen kar tanecikleri gibi. Ama kimse yabancılaşmak istemez. Herkes, "Sen farklısın!" sloganlarının süslediği reklamlara kapılır ama biraz sürüden uzak tutulsun, hemen şikayet etmeye başlanır. Nedir bu farklı olma egosu ile güven duygusunun sarıp sarmaladığı sürü içgüdüsü ? Burada bir tezat var.
Gördüğüm en mutlu insanlar bu toplumda nerede durduğunun farkında olmayan ve bunu sorgulamayı bile aklına getiremeyenler.Nasıl ki bir balık, balık olmayı ya da nasıl bir balık olduğunu düşünmüyorsa bu insanlarda öyledir. Sadece günün getirdiğini tüketmekle meşgullerdir. İçinde bulundukları kültürel çevre onların akvaryumudur. Fanusun dışını bile içerden, camın yansımasının verdigi illüzyonla görürler ve onu gercek sanarlar.
Bir çizgi çevrilmiş sanki hepimizin çevresinde. Merkezden ne kadar uzaklaşırsan o kadar yalnızsın. Hele ki çizgiyi geçmişsen, çemberden kurtulmuşsan geri dönüşü yoktur. Bir daha eski sen olamazsın. Sağlam bildiğin, sırtını dayadığın duvarların tek tek yıkılır. Bildiğin  her şey artık farklı   bir anlama bürünür. Cahillik maskelerini attıkça gözlerin daha berrak görür ama malesef her zaman gördüğün çok iç açıcı değildir. İşte o zaman sırdaşların daha eşsiz dostlar haline gelirler. Çünkü bir tür deliliğin sessiz ortaklarıdır onlar. Aynı yöne bakabildiğin bir kaç kişi ile manzaraya kadeh kaldırmak! İşte en keyifli an budur  kabuğunu yırtanlar için....